Hatay Mahalli Haber
MENÜ
Talip  Köleoğlu
Talip Köleoğlu
talipkoleoglu@gmail.com
Paylaş Paylaş Paylaş Yazı 1110 defa okundu.

Ah 90’lar… Ne Güzeldin Sen

Yetmişli yılların sonunda gözümü dünyaya açtım. Şimdi 51 yaşındayım. Geriye dönüp baktığımda –evet biraz klişe olacak ama– gerçekten de göz açıp kapayıncaya kadar geçivermiş ömrüm. Bu yarım asırlık hayat yolculuğumda, kalbimde en çok iz bırakan yıllar hiç şüphesiz 90’lardı.

90’lar… Zamanın ağır aksak aktığı, her şeyin daha sade ama daha anlamlı olduğu yıllar. İnsanların birbirine sokakta selam verdiği, “komşu” kelimesinin hâlâ içtenlikle anlam taşıdığı, çocukların sokakları gerçekten sahiplenerek oynadığı o güzel yıllar. Teknolojinin henüz hayatlarımızı işgal etmediği, sosyal medyanın değil, sosyal ilişkilerin ön planda olduğu bir dönemdi o. Ve belki de bu yüzden, bu kadar kıymetli.

Sabahları annemin demlediği çayın kokusuyla uyanırdık. Evin içini sarardı o koku; şimdiki gibi kahve zincirlerinden alınan içeceklerle değil, evde paylaşılan bir kahvaltı masasının sıcaklığıyla başlardı gün. Televizyon desen, bir elin parmaklarını geçmeyen kanal sayısıyla sınırlıydı ama izlediklerimizin değeri paha biçilmezdi. Bir diziyi tek bir gösterimde kaçırmamak için günler önceden plan yapılırdı. Haberler dikkatle izlenirdi; açıköğretim derslerinden kültür sanat programlarına kadar ekran başında geçirilen zaman dolu dolu ve anlamlıydı.

Ve elbette radyolar… Özel radyoların hayatımıza girmesiyle bambaşka bir dünyanın kapıları aralandı. Aynı şarkı gün içinde defalarca çalsa da, her defasında başka bir duyguyla dinlerdik. Sıkılmazdık. Çünkü her nota, her söz ruhumuza dokunurdu.

Mahalle bakkalından alınan tekli cikletlerin içinden çıkan futbolcu kartları bir hazineydi. Misket oynarken toprakla buluşan ellerimizde, gerçek çocukluğun izi vardı. Arkadaşlık, yoğurt kabından dondurma paylaşmak kadar sahiciydi. Bir ekmek arası patatesin ortasından ısırmak bile sadakat yemini gibiydi.

Telefonlar sabitti. Mesaj değil mektup yazardık. Sevgimizi kurutulmuş bir çiçeğin arasına, bir kartpostala sığdırırdık. O mektuplar aylarca saklanır, her okuyuşta ilk duygular yeniden yaşanırdı. Çünkü o zamanlar “aramak” özlemekti. “Alo” demek cesaretti.

Kasetler vardı bir de… Kalemle sardığımız, başa aldığımız o eski şarkılar. Sezen Aksu’nun her duygumuza tercüman olduğu zamanlardı. Dijital değil, sahici duygularla yaşanırdı aşklar. Göz göze gelmeden başlamaz, bir veda ile bitse bile yıllarca süren hikâyeler olurdu. Çünkü o zamanlar aşk da zaman isterdi, emek isterdi.

Bugün dönüp baktığımda, 90’lar yalnızca gençliğimin değil, aynı zamanda içtenliğin, samimiyetin, gerçek duyguların da adıydı. Artık dönmeyecek bir sayfa gibi belki ama hafızamda ve kalbimde hep capcanlı.

Ah 90’lar…

Sen her şeyin daha içten, daha yavaş, daha “bizden” olduğu yıllardın.

Ne güzeldin sen… Gerçekten, ne güzeldin.