Her şeyi Konuşup Tartışıyoruz Madem... 1915 Travmasından Da çıksak Mı Artık!?
24 Nisan, niye her sene Ankara'da sıkıntılı bir gündür ? Bir taraf, biriken acıları noktasında suçlarken, diğer taraf, niye o bildik savunma hattına çekilip de "BİZ DEĞİL, ARŞİVLER KONUŞSUN" der ve susar ? Aradan geçen onlarca seneye rağmen, bugün bile "1915 ASLINDA ORTAK ACIMIZ" demek, niye bu kadar zor gelir ? Anadolu'yu Anadolu yapan halklardan biri olan Ermenilerin; yurtlarından, evlerinden, topraklarından, bir ömür verdikleri memleketlerinden zorla sürülmelerinin sonuçlarını öteledikçe, acılardan geriye kalan yeni nesillerin öfkesini beslemek, niye ilk önceliğimiz olur ?
Bu konuda yazanın da konuşanın da çok sevilmediği ülkemin başkentindekilere tek bir soru sorayım o zaman...
24 Nisan 1915'teki tutuklamalarla başlayan, 27 Mayıs 1915 tarihinde Tehcir Kanunu'nun kabulüyle birlikte genişleyerek Anadolu'daki tüm Ermenileri saran olayları, dünyanın her yerinde herkes konuşup tartışırken, bizlerin, bu durumu sessiz bir kabullenişle ve OLDU BİR KERE diyerek, DÖNEMİN ŞARTLARI'na gömme şeklimiz, iyileştirdi mi yaralarımızı ?
Anladık mı birbirimizi ?
Bitirdik mi öfkelerimizi ?
Yok,
...ne anladık ne de bitirdik !
Türkiyeli Ermenilerin sorunlarını kamuoyuna anlatmak amacıyla 1996'da kurulan AGOS gazetesinin kurucusu Hrant Dink öldürüldüğünde, bu ölüme, ölüme giden yol haritasının kanlı hikayesine, ölümü çerçeveleyen cinayete, tetiği çeken kadar çektirenlere, yaratılan nefrete, bile isteye harlanan öfke diline karşı bir araya gelip, "HEPİMİZ ERMENİYİZ" dediğimizde, "HEPİMİZ MEHMEDİZ" deme gayreti içine girenleri izlerken daha iyi anladım,
...birbirimizi hiç anlamamışız, birbirimize kendimizi, acılarımızı anlatma fırsatı hiç bulamamışız !
Anlamak için, birbirimizin acılarına hiç dokunmamışız, ama hep inkar etmişiz !
Birinin SOYKIRIM dediğine diğeri TEHCİR derken, karşılıklı adım atmaktan hep korkmuşuz !
Bir dönemin KÜRT kelimesine YASAK koyan Türkiye'si, Kürtçe coğrafya adreslerini Türkçeleştiren Ankara'sı, doğan çocuklara bile Kürtçe isim koydurtmayan resmi kurumsal idarecileri, bugün, SİLAHLAR SUSSUN adı altında Kürtlere Anayasal haklarını teslim etmeye hazırlanırken, daha özgür / konuşan bir coğrafya vadederken, hatta daha düne kadar GÖZALTI yaşayan, TUTUKLANAN konu başlıklarını özgürleştirmek için adımlar atarken, belki de tam sırasıdır...
Bir sayfa daha açmanın...
Konuşmanın, anlamanın, korkmamanın...
Anadolu halkları olarak, barışmanın, susmamanın...
Londra'dayken tanıştığım bir Ermeni anlatmıştı, 1915'ten günümüze uzanan acı dolu hikayenin ailelerine miras kalan kısmını, ben de not almıştım ve saklamıştım her bir kelimesini...
"Kiminin sırtında çıkını, kiminin elinde torbası, alelacele doldurduğu bavulu, ama geride de kalan koca bir ömrü, gözlerinde biriken o büyük korkusu ve hüznüyle, bilinmeyene atılan karanlık bir yolculuktu yaşanan... Konu sadece ben değilim, sen değilsin, o değil, ama Anadolu topraklarından adım adım uzaklaşmak zorunda bırakılanlardı ! Binlerdi, on binlerdi, yüz binlerdi ! Buna isterseniz SOYKIRIM deyin ya da TEHCİR, bunda da değilim ! Ben, acıdayım... "NİYE" diyen o acıdayım... "NE YAPTIK Kİ" diye soran o acıdayım... Aynı soruların cevapsızlığında yürüyen o koca kalabalığın hala anlaşılamayan acısındayım... Anadolu'yu adım adım yürüyerek terk edenlerin, Anadolu'dan adım adım uzaklaşanların gözyaşındayım... O ayrılışın acısına, yorgunluğuna dayanamayanlardayım, ölenlerdeyim ! Bir kere geldim, Türkiye'ye... Bir zamanlar, aile büyüklerimin yaşadığı Antep'e gittim... O kadar düşündüm ki o terk edişi, yürüyen yüz binleri, o ana dair hüznü, acıyı, korkuyu, bilinmeyene dair yolculuğu... Ardından, tüm şehri gören bir yerde oturup ağladım... Antep'in ardından Hatay'a geçtim, Türkiye'deki SON Ermeni köyüne ! Ona da TEK ERMENİ KÖYÜ diyorlarmış, onu da öğrendim... Bu, acıtıyor... Niye, biliyor musunuz ? SON'un bir hikayesi var, o SON'da biriken sorular var, karanlıl var, o SON denenin terk edenleri var, ağlayanları var, geride kalanların suskunluğu var... TEK'inse hiç bir şeyi yok... Orada yaşayanlara soramadım, NİYE bu şekilde ifade edildiklerini ! Söyleyebilirler miydi sahi ? Konuşabilirler miydi ?
Zaten sorun da bu değil miydi hep...
Anadolu'nun beslediği o BİZ'i kaybettiğimizden beri ne söyleyebiliyoruz, ne konuşabiliyoruz, ne de sorabiliyoruz..."
Konuşursak, kaybedeceğimiz ne ?
"ARŞİV ORADA" / "GİT BAK" diyeceğimize, Anadolu'nun birbirinden kopmuş iki halkı olarak beraber aralasak ya o sayfaları, bir masada sorsak ya sorularımızı, birbirimizin gözlerinin içine bakarken paylaşsak ya acılarımızı...
Anadolu'nun kadim halklarından biri olan Kürtler için bu kadar cesur (!) olmuşken, hazır anlamaya da başlamışken 'ÖTEKİ' dediğimizi, başlasak mı aralamaya, diğer ÖTEKİLERİN sayfalarını ?