Hatay Mahalli Haber
MENÜ
Tamer Yazar
Tamer Yazar
yazar5@hotmail.com
Paylaş Paylaş Paylaş Yazı 107 defa okundu.

Türkiye'nin Kadınları... O ölmeseydi, Ben ölecektim !

Mutsuz değiliz, ama çok mutsuzuz... O kadar çok ki acımız, çözümsüzlüklerimiz, birikmişliğimiz, kaybolduk ! Bulamadık kendimizi, bulamadılar bizi ! Belki de kaybolmak istedik, istiyoruz ! Yok, iyi değil, ne halimiz ne ahvalimiz !

Bugün, yaşadığımız mutsuzluğun kadınlarında duralım istiyorum... Onlar anlatsın en çok da ama, bugün hepsi adına, bir dizinin repliğindeyiz... ‘Hükümsüz’de, Çilem Doğan'ı canlandıran Nur Fettahoğlu'nda ! Yaşadığı şiddetin finalinde, bir mahkeme salonunda, kendini, yaşadıklarını anlatan bir kadında ! Can almak zorunda kalan, ama bunu da canlı kalabilmek için yapan bir eşte, annede... Derdini anlatmaya çalışırken hep yalnız bırakılan, açık açık kurban olmaya zorlanan kadınların hepsinde...

Hadi, okuyalım !

Anlatanı, anlatılan tüm kadınları iyi okuyalım !

İşte o kelimeler:

"

Olay, şöyle oldu Sayın Başkan... 

Ben, en başından anlatayım size !

İnsan, çocukken, anasında / babasında ne eksikse, onu arıyormuş demek ki ! 14 / 15 yaş da, bana göre çocuk yaş ! Annem, sürekli, evi çekip çevirme telaşında... Babam desen, ne iş versen onun peşinde... Kolay değil, evde nüfus çok, herkes onun eline bakıyor... Ben, zaten daha yeni genç olmuşum... Yüreğim, böyle her daim ağzımda atıyor... 

Televizyonda izliyorum, dizilerde ! Nasıl da tutkulu aşklar, kıskançlıklar, vazgeçememeler... Çocuğum daha, ama kazınmış aklıma bir kere ! 'Ben, aşık olup evleneceğim' dedim... İstedim ki, uyurken yüzüne keyifle bakayım... Bir bulgur bile pişirsem evimde, soframı keyifle kurayım... Yani, affedersiniz, Sayın Başkan ! Ben, onun yeşil gözlerine kandım... Yeşil böyle, çayır / çimen / ormandır ya hani, ruhum kanatlanıp uçacak sandım ! Yeşile uzun bakılır, bıkılmaz sandım ! Çocuk da değildim ama, işte... İnsanın bir kere gönlü kaymayıversin ! 

Kabul ediyorum, Sayın Başkan... 

Buraya kadar benim suçum...

O çok ağlayarak izlediğim film, gerçekmiş ! Sevgi, emekmiş ! Ben, bilemedim... Siz benim cahilliğime verin... Ama yeminle, sonrasının günahı benim değildir ! 

O yeşil gözlerin derinliği, 28 gün sürdü... 29. gün yüzüme yediğim yumrukla, al oldu elmacık kemiklerim ! Ve sonrasında öğrendim, morluklar iyileşirken yeşile dönermiş ! Odur yani... Ama bitmedi, Sayın Başkan... Bir yumrukla bitmedi...

Ben, bunun ne iş yaptığını bilmezdim... Dükkanı vardı, esnaf sanırdım... Milleti haraca kestiğinden, tefecilerden aldığı parayla benim soframda çorba kaynattığımdan haberim yoktu... Her öğrendiğim bilgi de yeni bir iz olarak geri döndü bedenimde ! Allar mora, morlar yeşile dönüştü ! Ben zaten elimden geleni yaptım, Sayın Başkan... Benim yerime o sanık olsun istedim, mahkemede... Her yeni fiskede, soluğu karakolda aldım ! İNSANIM SANDIM ya devletin nezdinde... Ama devletin bana verdiği nikah cüzdanı, benim yaralarımdan daha geçerli akçe çıktı ! Her seferinde birbirine benzer bahanelerle gönderildim karakoldan... Azıcık sabırlı olacaktım, yuva kolay kurulmuyordu ! E biraz suyuna gideydim, erkeklık onurunu rahat bırakaydım ! Aile içinde olan, biraz da aile içinde kalırdı ! Benim canım çok yanıyordu ama, Sayın Başkan... Onun erkeklik onurunun limiti yoktu ! Fasulye kılçıklıysa, onuruna mı dokunuyordu ? Çocuk yaramazlık yaptığında, gururu mu zedeleniyordu ? Halı benim namusum muydu, Sayın Başkan ? Her lekelendiğinde beynimde patlıyordu... Ellerime bakın ! Çamaşır suyundan ne hale geldi ! Siz bir de benim ciğerimi görseniz ! Soluduğum deterjandan, çektiğim kederden, kim bilir ne hale gelmiştir ! Dedim ki kendi kendime, senin canın değilse de, kendi parası / yasası kıymetlidir, devlet için ! Bu adam, yasaları çiğniyor... Gideyim, bari onu şikayet edeyim... Dayaktan değilse de eve soktuğu kanlı paradan yatardı biraz içerde de, ben de kızımla rahat soluk alırdım azıcık... 

Kızım var benim, Sayın Başkan... Ellerinizden öper... Çok akıllı, çok usludur aslında... Bebekken de böyleydi... Hamileyken yediğim dayaklardan, başlarda bir haller oldu sanırdım ama, anasına daha fazla dert verrmemek için, Tanrı vergisi, doğuştan uslu olmuş yavrucuğum... 

O gün, bütün gün kızımla oyun oynadık ! Kule yaptık... Nereden bilecektik, Mahmut'un gelip, o kuleyi başımıza yıkacağını... Kapıyı duyduğumda, hissettim ! Analık refleksi deyin, isterseniz Sayın Başkan... İlk iş, kızımı öptüm, kokladım... İnsan, öleceğini anlıyor, biliyor musun !? Kapıyı kırar gibi çaldı... Dayak değildi, o geceki korktuğum ! İnsan, 10-15 dayaktan sonra, korkmaz oluyor, kaba dayaktan... Canının ne kadar yanacağını da biliyorsun... Ağrı eşiğin de yükseliyor... Ama her seferinde, yüreğin yine  böyle bir ağzına geliyor... İçin kanar gibi hissediyorsun ! İçin kanarsa, ölürsün, Sayın Başkan ! Biz, öyle gördük, dizilerde... Yine öyle bir ölüm korkusu vardı içimde ! Ama ilk kez o gün, anamın çocukken yaptığı keşkeğin tadı geldi ağzıma... Bir de böyle, çocukluğumdan kalma, kısacık, piknik anısı... Ayaklarımı dereye uzatmış oynarken, anamın elime tutuşturduğu ekmek arası köfte ! Bir de, kızımı doğurduğum ilk gece, kucağımda bebek kokusuyla daldığım yorgun, ama mutlu ilk uyku ! İnsanın, hayatı, film şeridi gibi geçiyorsa gözlerinin önünden, ölmeden önce... Benim mutlu sahnelerim de bu kadarmış demek, Sayın Başkan... 

Odaya kendimi kilitledim ! Ama yeminle, sadece bu kadardı ! Tek planım, biraz daha hayatta kalabilmek içindi ! Bir kaç dakika daha ! Kapının kırılması planda yoktu... Yatağa savrulmayı planlamadım... Yeminle, elim kazara girdi, değdi o soğuk tabancaya ! Bırakın düşünmeyi, planlamayı, nefes alamıyordum... İşte o an, o an geldi o duygu ! Yapabilirdim, biliyordum.... Seyit Onbaşı'yı hatırlayın, Sayın Başkan ! Bize, ortaokulda anlattıydılar... 200 kiloluk mermiyi kucaklayan Seyit Onbaşı ! Savaş gibi bir şeydi... Memleket değil, ben elden gidiyordum... 200 kiloluk mermiyi kavrar gibi, parmaklarım yerini buldu... Sıktım mı, bilmiyorum... Kaç defa sıktım, bilmiyorum... Sadece, böyle üzerime düştüğünü hatırlıyorum, bir de üzerimdeki ağırlığından kurtulmaya çalıştığımı ! Zaten hep bir ağırlıktı üzerimde ama, bu sefer ki başkaydı, Sayın Başkan ! Nasıl kurtulduğumu bilmiyorum... Nasıl kalktım, kızımı nasıl buldum, ayağımda terlik var mıydı, üzerim kanlı mıydı... Yeminle, hiç bir şey hatırlamıyorum... Polisi gördüğümde, ben söyledim ! 'Ben, sanırım, kocamı öldürdüm' ! 

Nasıl oldu bilmiyorum ama, ben yaptım ! 

Erkekler, takım elbise giyinip, kafalarını öne eğdiklerinde cezaları hafifliyor, Sayın Başkan. Benim, takımım / kravatım yok ! Bir, anamın apar topar bulduğu bu tişört, bir de ne yalan söyleyeyim, içimde hayatta kalmış olmanın saklayamadığım sevinci... O ölmeseydi ben ölecektim ! O, size beni pazarlamaya karar verdiğini söylemeyecekti ! Beni, başka adamların altına sokmayı planladığını söylemeyecekti ! Çay bahçesinde çekilmiş bir tane fotoğrafım var... Azıcık yandan gülmüşüm... Belki onu gösterip, 'namussuz kadınlar gibi çıktı' falan diyecekti ! Karısını başka adamların koynuna sokmaya çalışan o değilmiş gibi, 'namusumu temizledim' diyecekti ! Siz de onu 3-5 yılla yargılayıp, 'namusu kirlendi' diye mazur görüp, yandan gülüşümü tahrik sayıp, bir de üzülecektiniz adama ! 

Ama namus, benimdir, Sayın Başkan...

Bir kağıda imza attım diye, ben namusumu kimselere bırakmam ! Sonuna kadar idare edebilmiş olmam, başıma gelen her şeyi her seferinde karakola anlatmam, kızıma hiç bir şekilde hissettirmemiş olmam, benim namusumdur ! O utanmamış yaptıklarından, benim utanılacak hiç birşeyim yoktur ! Hayatta kalmış olmanın sevincini atamıyorum içimden, Sayın Başkan... Ağlayamamam bundandır, ne yalan söyleyeyim ! Aynı acının çemberinden geçmiş, sağ kalmış kadınlarla aynı koğuşta bir ömür, kazasız belasız da yaşarım ben ama, benim bir kızım, bir de memleketimin aç kalmış adaleti var ! Gel, sen 'ben ölmedim' diye cezalandırma ! Benim tek bir derdim, kızımın bari mutlu olmasıdır... Yanında ben olayım... 'Can almış bir katil değil, can derdinde bir kadın' de bana ! Kurşunla yatıp, kurşunla kalkan, yastığının altında silahla uyuyan adamlar, hiç eceliyle ölmüş mü ? Hem sevebilseydi, o da ölmezdi, değil mi ama !? Öldüyse, hepsi benim suçum mu ?

..."

İstanbul Sözleşmesi'nin erkek egemen zihniyet tarafından çöpe atıldığı bir ülkede, "Öldüyse, hepsi benim suçum mu" sorusunu sorsak mı kendimize de !? SUÇ'u paylaşsak mı aramızda !? Asıl SUÇLU'yu işaret etsek mi, korkmadan !? 

Hesap sorsak mı !? 

YETER desek mi !?